“Kim bilginin sahibiyse, dünyanın da sahibidir” ifadesinin, ünlü aile Rothschildlar’ın haberi ilk öğrenen olma arzusuyla meşhur olduğunu söyleyebiliriz. Winston Churchill’in de aynı ifadeyi tekrarlamayı sevdiği bilinen bir gerçek. Ancak bütün büyük insanlar bu ifadeyi, bilgi ancak nasıl kullanılacağı bilinirse değerlidir düşüncesinin bilincinde olarak ifade ettiler.
Son zamanlarda dünyamızın bilgiye susamış olduğunu söyleyebiliriz. Yalnızca birkaç yıl önce dünya piyasaları bilgiye erişmek için bir yarış içine girdiler. Sonuç olarak pek çok olanak ortaya çıktı ancak hiç kimse toplanan bilgiyle nasıl çalışacaklarını bilmiyordu. Artık durumun çok farklı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü işlenmemiş bilgileri analiz edecek ve onları kullanışlı istatistik haline getirecek, piyasa hakkında kesin tahminlere dönüştürecek pek çok araç mevcut. Şirketler bu bilgileri hizmetlerini iyileştirmek, süreci otomatize etmek, hedef piyasalar hakkında fikir elde etmek ve aldıkları geribildirimleri kullanarak ortalama performansı geliştirmek için kullanabiliyor.
Örneğin online satış devi Amazon, müşterilerinin ne çeşit satın alma işlemleri yaptıkları ve site üzerinden ne aradıkları gibi pek çok bilgiye erişim sağlayabiliyor. Bu bilgiler reklam algoritmalarına açıkça yerleştirilirken aynı zamanda müşteri ilişkilerini geliştirmek için de kullanılıyor. General Electric; gaz türbinleri ve jet motorları gibi makinelerdeki sensörlerden edindiği bilgileri, çalışma süreçlerini ve güvenilirliği iyileştirmek için kullanıyor. Bir diğer örnek Starbucks ise edinilen bilgileri yeni bölgelerdeki başarı potansiyelini tespit etmek için kullanıyor.
Bilgiyi işlenmemiş halinden kullanılabilir duruma dönüştürmenin bir diğer yenilikçi ve umut verici aracı ise nöral ağlar olarak biliniyor. Sektörde tanınmış bir yöntem olarak bilinmesine rağmen, bu konuda halen araştırılacak pek çok konunun olduğunu söyleyebiliriz. İşte size bir örnek. Güneydoğu Asya’daki bir finansal teknoloji şirketi olan MicroMoney, kredi geçmişi olmayan bir müşterinin kredi verilebilir olup olmadığını hızlı bir şekilde değerlendirmek için kendi puanlama sisteminde nöral ağları ve toplanan bilgileri kullanıyor. Şirket; belgeler, sertifikalar ve geleneksel puanlama sistemleri yerine, kredi talep eden müşterinin akıllı telefonunu analiz ediyor. Tek gereklilik ise MicroMoney uygulamasını kurmak, kişisel bilgileri kullanma iznini içeren anlaşmayı onaylamak ve online kredi başvurusunu tamamlamak. Daha sonra puanlama sistemi bütün ulaşılabilir bilgileri analiz ediyor, bir kredi oranı oluşturuyor ve potansiyel kredi risklerini %95 doğruluk oranıyla tespit ediyor. Müşterinin belirli kredi puanına ulaşması durumunda krediyi onaylıyor ve kullanıcının e-cüzdanına otomatik olarak parayı gönderiyor.
Puanlama sistemi, artan veritabanıyla sürekli olarak bilgileri gözden geçiriyor. Daha fazla bilgi işlemi daha hızlı ve daha kesin müşteri kredi notu değerlendirmesi anlamına geliyor. Gelecekte kendisi öğrenen algoritmaların insanlara, henüz akıllarından dahi geçirmedikleri ihtiyaçların hizmetlerini sunabilecekleri belirtiliyor. Örnek verecek olursak birinin sosyal medya üzerinden karısının hamile olduğunu içeren bir gönderi paylaştığını varsayalım. Gönderi sahibi güvenilir bir MicroMoney müşterisi olarak tanınsın ve yüksek bir kredi notuna sahip olsun. Puanlama sistemi bu durumu fark edecek, bu bilgiyi kullanıcının arama motorlarında yaptığı son ev ilanı aramalarıyla ilişkilendirecek, kredi değerlendirmesi yapacak ve kullanıcıya özel bir kredi teklifi sunacak. Başka bir örnek olarak bir kızın üniversiteden bir hayli yüksek bir ortalamayla mezun olduğunu ve eğitimine devam etmek için diğer üniversiteleri araştırdığını düşünelim. Sistem kızın banka hesabını, başka bir üniversiteye kaydolmak için yeterli parası olmadığı sonucuna vararak analiz ediyor ve kullanıcıya yeni bir teklif sunuyor.
Hiç şüphe yok ki bu teknolojiler sadece bankacılık sektörünü değil; insanların tüketim, harcama ve birikim yapma yöntemlerini de değiştirebilir. Hedefe yönelik reklamcılığın faydalarını çoktan tecrübe ettik ancak bunun, akıllı teknolojilerin gündelik hayatlarımıza entegrasyonunun yalnızca başlangıcı olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.